mercredi 17 août 2011

The Relativity of Time Has Once Again Been Proved: Gravity Slows Down Time


How does the perception of time come about?
How does gravity slow down time?
Does the speed of an object change the passage of time?
How has the relativity of time once again been proved in a study published in Science magazine?
How does the Qur’an refer to time as a relative concept?
The Theory of Relativity revealed that there are different time zones in space, dependent on velocity and position.
Time is a perception, just like smell or touch or sight, and is a means of comparing one moment with another. And just like other perceptions, it takes place in the brain and appears when various imaginary entities within the brain are compared. For example, when we strike an object a specific sound is given off. The same sound is given off when we hit it again 5 minutes later. One imagines that there is an intervening period between the first sound and the second and refers to that as “time.” But the fact is that when he hears the second sound, the first is merely an illusion in his mind and exists solely within his memory. One obtains the perception of time by comparing the moment in one’s memory with the present one. Were it not for that process of comparison, there would be no perception of time.

The secret beyond matter is not Wahdatul Wujood


A topic dealt with in the book The Evolution Deceit, chapter “The Real Essence of Matter” as well as in the books Matter: The Other Name for IllusionIdealism, The Philosophy of the Matrix and the True Nature of MatterEternity Has Already BegunTimelessness and the Reality of Fate and Knowing the Truth has been criticized by some people. Having misunderstood the essence of the subject, these people claim that what is explained as the secret beyond matter is identical to the teaching of Wahdatul Wujood.
Let us state, before all else, that the author of this book is a believer strictly abiding by the doctrine of Ahlus Sunnah and does not defend the view of Wahdatul Wujood.

DAS GEHEIMNIS HINTER DER MATERIE IST NICHT WAHDATUL WUJUD


Ein Thema des Buches Der Evolutionsschwindel, das Kapitel "Das wahre Wesen der Materie" das auch in den Büchern Materie: Ein andere Name für Illusion, IdealismusDie Philosophie der Matrix und die wahre Natur der Materie, Die Ewigkeit hat bereits begonnen, Zeitlosigkeit und die Realität des Schicksals und Die Wahrheit erkennen zu finden ist, ist von Manchen kritisiert worden. Da sie das Wesentliche des Themas offensichtlich falsch verstanden haben, behaupten diese Leute, das was als Geheimnis hinter der Materie erklärt werde, sei identisch mit der Lehre von Wahdatul Wujud.

Le Sujet du "secret derrière la matière" n'est pas wahdat al-wujud


Ce sujet qui se trouve dans le chapitre "La véritable essence de la matière" du livre Le mensonge de l'évolution, dans le livre L'éternité a déjà commencé et d'autres livres encore a été critiqué par certaines personnes. Ayant mal compris l'essence du sujet en question, ces personnes prétendent que ce qui est expliqué en tant que le secret derrière la matière est identique à la doctrine de wahdat al-wujud.

Hayalin diğer adı: Madde


Hazreti Muhammed Aleyhisselam "insanlar uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar" buyurmuştur. Demek ki, dünya hayatında gördüğü şeyler uyuyan kimsenin rüyasında gördüğü şeyler gibidir. Yani hayaldir.
 
Bir ayette ise, insanların kıyamet gününde tekrar diriltildiklerinde şöyle diyecekleri bildirilmektedir:
 
Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya-bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip-kaldırdı? Bu, Rahman (olan Allah)ın va'dettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş". (Yasin Suresi, 52)
 
Ayette de görüldüğü gibi, insanlar kıyamet günü aynı bir rüyadan uyanır gibi uyanmaktadırlar. Bir insan, ağır bir uykuya daldığı ve rüya gördüğü sırada aniden uyandırıldığında kendisini uyandıranın kim olduğunu nasıl sorgularsa, bu insanlar da aynı şekilde kendilerini kimin uyandırdığını sormaktadırlar. Bu ayette de dikkat çekildiği gibi dünya hayatı gördüğümüz bir rüya gibidir ve her insan bu rüyadan uyandırılacak ve gerçek hayatı olan ahiret hayatına dair görüntüleri görmeye başlayacaktır.

Kuran ayetlerinin ışığında Allah'ın yaratmasındaki sır

Allah, yeri, göğü ve ikisi arasında bulunan tüm canlıları eksiksiz bir şekilde yaratmıştır; bunda şüphe yoktur. Yaratılışın sayısız örnekleriyle hayatımız boyunca karşılaşırız;, kendimiz yaratıldığımız gibi, hayatımızı sürdürebilmemiz için diğer yaratılmış canlılara da ihtiyaç duyarız. Ve tüm ihtiyaçlarımızı, yaratılmış olarak karşımızda buluruz. Böylelikle, fazla düşünmeden, doğadaki kuralların işlemesiyle hayatımızı nesiller boyu sürdürürüz. Ancak, burada sormamız gereken önemli sorular vardır: Tüm yaratılanlar (kendimiz dahil), gerçekten göründüğü gibi, doğa (fizik) kanunularıyla mı yaşamını sürdürür? Yoksa, sandığımızdan çok farklı bir yöntemle mi var edilmişlerdir ve yaşamlarını sürdürmektedirler? İşte bu yazı şimdiye kadar hiç düşünmediğiniz gerçekleri size haber vererek, hayatınızın değişmesine sebep olacaktır. Bu yüzden, belki de ilk defa duyacağınız bu satırları sabırla okumalı ve iyice düşünmelisiniz.

Düşünmeye başlayalım! 

Everything we perceive with our five senses is the interpretation of electric signals in our brains


Although some people may realize that images consist of electric signals in the brain, they may also form the impression that the other senses, touch for instance, are different. They may think that when they touch or smell something they are making direct contact with real matter. Again, however, they are actually perceiving nothing more than electric signals in the brain.

Beş duyu ile algıladıklarımızın tamamı, beynimizdeki elektrik sinyallerinin yorumlanmasıdır


İnsanların bazıları, görüntünün beyinlerinde oluşan elektrik sinyallerinden ibaret olduğuna kanaat getirseler de, başka bir algının, örneğin dokunmanın farklı olduğu hissine kapılabilirler. Bir şeye dokunarak veya onu koklayarak maddenin gerçeğine ulaşabildiklerini zannedebilirler. Ama aslında yine, beyinlerindeki elektrik sinyallerinden başka bir şeyi algılamamaktadırlar.

Maddenin ardındaki muhteşem ilim

Düşünmek ve araştırmak insanın bilmediklerini öğrenmesini, "bakıp da göremediklerini" görmesini, dünya hayatının gerçek yönünü keşfetmesini sağlar. Ancak önemli olan, insanın samimi düşünce ile ulaştığı gerçeklerden kaçmaması, keşfettiği gerçeklere uygun bir hayata başlayacak iradeyi gösterebilmesidir. Bu yazıda bugüne kadar hiç rastlamadığınız kadar hayret verici, hayranlık uyandırıcı, bakış açınızı tamamen değiştiren bir ilim anlatılmaktadır. Bu ilim, tarih boyunca büyük İslam alimlerinin dikkat çektiği, günümüzde de bilimin kesin olarak kanıtladığı bir gerçektir. İnsan, yaşamının başından itibaren içinde yaşadığı dünyanın kesin bir maddesel gerçekliği olduğuna şartlanmıştır. Bu şartlanma içinde büyür ve tüm hayatını bu bakış açısı üzerine kurar. Ancak modern bilimin ulaştığı sonuçlar, sanıldığından çok farklı ve çok önemli bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. Allah'ın yaratışındaki en önemli gerçeklerden biri olan bu ilim, insanın hem kendisine, hem çevresine, hem hayata, hem de olaylara bakışını tamamen değiştirecek niteliktedir: Bu gerçek, maddenin, evrenin ve içindeki herşeyin bir hayal, bir "algılar bütünü" olduğudur. Bu, olağanüstü, hayret verici gerçeği anlamak için ilk olarak madde sandığımız varlıkları bize tanıtan duyularımızın ve beynimizin nasıl işlediğini hatırlamak yardımcı olacaktır.

Darwinists are terrified and baffled by the world that arises in our brains

This was again clearly demonstrated on the program Sansursuz (Uncensored), broadcast on 14 August, 2009. The concept that panicked Darwinists was the “world inside our brains:”   

Darwinistler beynimizde oluşan dünyanın varlığını dehşet ve endişe ile karşılıyorlar


Bu gerçek 14 Ağustos 2009 tarihli Sansürsüz programında tekrar açıkça görülmüştür. Darwinistlerin dehşete kapıldıkları “beynimizdeki dünya” kavramı şudur:

Kuledeki küçük adam

Beyniniz, içinden hiçbir zaman çıkamadığınız kapalı bir odadır; çünkü sizin "dış dünya" zannettiğiniz herşey, aslında beyninizin görme, işitme veya dokunma merkezlerinde ki algılardan ibarettir. Hiçbir zaman algılarınızı aşıp "gerçek madde" denen şeye ulaşamazsınız.

Nasıl bir dünyada yaşıyorsunuz?

Sert bir zeminin üzerinde uzanan, içinde insanların, ağaçların, denizlerin veya binaların bulunduğu, bulutların gezindiği, daha yukarıda dev bir uzay boşluğunun uzandığı bir dünya mı burası?

Siz de bu dünyanın içindeki milyarlarca insandan birisi misiniz?

Eğer bu sorulara "evet" cevabı veriyorsanız, sizin için çok önemli olan bir gerçeği büyük bir olasılıkla hayatınız boyunca göz ardı etmişsiniz demektir.

Çünkü siz üstte tarif edildiği gibi bir dünyada yaşamıyorsunuz. Aslında dünyanız çok daha küçük. Bu dünyanın içinde, değil milyarlarca kilometrelik mesafeler ya da ışık yılı uzaklığındaki galaksiler, birkaç metrelik bir uzaklık dahi yok. Siz aslında çok küçük ve kapalı bir mekanda yaşıyorsunuz, dev bir kulenin tepesindeki küçücük, kapısı mühürlenmiş bir odada. Bu odadan hayatınız boyunca hiç çıkmadınız. Sadece, odanın duvarlarına yansıtılan farklı şekiller, insanlar, mekanlar gördünüz. Odanın içindeki gizli hoparlörlerden çıkan sesleri duydunuz. Gerçekte kulenin tepesindeki bu küçük odada sizden başka hiç kimse yok. Yapayalnızsınız! 

Söz konusu kule sizin bedeniniz, bu kulenin tepesindeki küçük oda (yani sizin dünyanız) ise beyninizdir. 

Beyniniz, içinden hiçbir zaman çıkamadığınız kapalı bir odadır; çünkü sizin "dış dünya" zannettiğiniz herşey, aslında beyninizin görme, işitme veya dokunma merkezlerindeki algılardan ibarettir. Beyninizin görme merkezine gelen elektrik sinyallerini seyredersiniz, hiçbir zaman bu sinyallerin gerçek kaynağını göremezsiniz. 

Burada anlatılanlar, felsefi bir görüş ya da farklı bir yorum biçimi değil, bilimin ortaya koyduğu delillere dayanan somut gerçeklerdir. Bu nedenle yıllardır süregelen alışkanlıkları bir kenara bırakıp, aklınız ve mantığınızla düşündüğünüzde bu gerçekleri reddetmeniz mümkün değildir. 

Kule ve Zirvesindeki Kapalı Oda

The original of the matter created in the brain: you must first read this to see the artistry of Allah!


A mighty waterfall tumbling down from on high, the boundless oceans and the glorious, stunning mountains are all matchless works of Allah. The stars, clouds, birds and fish are all His miracles. Most people are in no doubt that a green forest that blossoms once again, grows and flourishes in the spring is one of the beautiful and glorious works of Allah.

DE WARE ESSENTIE VAN DE MATERIE GESCHAPEN IN DE HERSENEN: U MOET EERST DIT LEEN OM DE KUNST VAN GOD IN TE ZIEN!


Een machtige waterval die uit de hoogte neer vloeit, de grenzeloze oceanen en de schitterende, prachtige bergen, behoren elk tot de ongeëvenaarde werken van God. De sterren, de wolken, de vogels en de vissen zijn allemaal wonderen van God. De meeste mensen twijfelen er niet aan dat een groen bos dat in de lente opnieuw floreert, groeit en bloeit, een van de mooie en weergaloze werken van God is. 

Beyinde yaratılan maddenin aslı: Allah'ın sanatını görmek için önce bunu okumalısınız!


Yüksekten akan heybetli bir şelale, uçsuz bucaksız deniz, olanca güzelliği ile ihtişamlı dağlar Allah’ın eşsiz birer eseridir. Yıldızlar, bulutlar, kuşlar, balıklar Allah’ın mucizesidir. Çoğu insan, yazın gürleşip yeniden yetişen, çoğalan, canlanan yemyeşil bir ormanın Allah’ın muhteşem ve süslü bir eseri olduğundan şüphede değildir.

Allah has created the world people watch in a space no bigger than a lentil


The cover story of the 7 February, 2009, issue of New Scientist magazine appeared under the caption “Born Believers.” The article, which attempted to correlate belief in Allah (God) with the theory of evolution, which claimed that human beings possess the attribute of belief in Allah through a characteristic inherited from their supposed forebears, and that listed countless Darwinist accounts in order to back that claim up, in fact represented another despairing effort on the part of Darwinists, who have already been comprehensively defeated. The text, which soon received local press coverage as well, attempted to portray the predisposition to believe in Allah from birth as a result of natural selection and, furthermore, made the hollow and irrational claim, on the basis of these accounts, that it developed belief in Allah in the human brain. (Allah is beyond this)
The fact is that this article, shaped by false Darwinist descriptions, is nothing more than a last desperate attempt to resuscitate their failed theory. 
Our Lord says in one verse:

We created man from a mingled drop to test him, and We made him hearing and seeing. We guided him on the Way, whether he is thankful or unthankful(Surat al-Insan, 2-3)
 

İnsanların mercimek tanesi büyüklüğündeki bir noktada izledikleri dünyayı Allah yaratmıştır


7 Şubat 2009 tarihli New Scientist dergisinin kapak konusu, "Born Believers" (Doğuştan İnançlılar) başlığı ile verildi. Allah inancını evrim teorisi ile ilişkilendirmeye çalışan, insanların sözde, hayali atalarından gelme bir özellik vesilesiyle doğuştan Allah’a inanma anlayışına sahip olduklarını iddia eden ve bu iddiayı belgelemek için de sayısız Darwinist açıklamayı ardı arkasına sergileyen bu yazı, yenilgiye uğramış Darwinistlerin bir başka beyhude çabasını temsil ediyordu. Yerel basında da çok geçmeden yer bulan bu haberde, insanın doğuştan Allah’a inanma yönündeki eğilimi, doğal seleksiyonun bir sonucu olarak gösterilmeye çalışılıyor ve dahası, tüm bu sapkın izahlara dayanılarak Allah inancının (Allah’ı tenzih ederiz) insan beyninin geliştirdiği bir inanç çeşidi olduğu gibi son derece cüretkar ve mantık dışı bir iddiaya yer veriliyordu. (Allah’ı tenzih ederiz.)

Dünyada hiçbir insan eşyanın aslını görememiştir


İnsanlar her şeyi "gözleriyle" gördüklerini zannederler. Bunun sebebi, doğdukları andan itibaren aldıkları dış telkinlerdir. Oysa gören "göz" değildir ve bu bilimsel bir gerçektir Nitekim gözlerin (ve gözlere bağlı olan milyonlarca sinir hücresinin) tek görevi, görme işleminin gerçekleşmesi için beyne mesaj iletmektir. Lisede öğretilen, dolayısıyla lise öğrenimi görmüş herkesin vakıf olduğu bu bilgiyiburada bir kez daha tekrarlayarak hatırlayalım: Bir cisimden gelen ışık, gözün ön kısımında bulunan mercekten geçer ve görüntüyü arka kısımdaki bölgeye yansıtır. Retina adlı tabakaya düşen görüntüler, buradaki milyonlarca sinir ucu tarafından elektriksel akıma dönüştürülür ve beyindeki görmeyle ilgili merkeze iletilir. Beyin, bu sinyalleri üç boyutlu, anlamlı görüntüler haline getirir ve böylelikle görüntü algılanır. Diğer bir anlatımla; görme eksenine gelen ışık demetleri anında elektrik sinyallerine dönüştürülür ve böylece biz bu sinyalleri renkli ve üç boyutlu bir dünya olarak görürüz.

Allah creates our world as images in the brain


Everything we see as matter in fact consists merely of photons for us. Photons are light particles with varying wavelengths. These waves reach us and turn into electrical signals when they strike the retina in our eyes. The electrical signals move along a predetermined path and eventually reach the visual center in the brain. And there they assume meaning in a quite amazing way: We are sure that what we see is really there, and that there really is a television or a skyscraper in front of us.

GOD SCHEPT ONZE WERELD ALS BEELDEN IN ONZE HERSENEN

Alles wat we als materie zien, bestaat voor ons eigenlijk enkel uit fotonen. Fotonen zijn lichtdeeltjes met verschillende golflengtes. Deze golven bereiken het netvlies in onze ogen en worden omgezet in elektrische signalen, die langs een bepaalde weg, de visuele centrum in de hersenen bereiken. Daar verwerven ze op een verbazingwekkende manier een betekenis: we zijn ervan overtuigd dat wat we zien echt is en dat er werkelijk een televisie of een wolkenkrabber voor ons staat. 

Allah, bizim dünyamızı birer görüntü olarak beynimizde yaratır


Madde olarak gördüğümüz şey aslında bizim için yalnızca fotonlardan ibarettir. Fotonlar, belirli dalga boylarındaki hafif parçacıklardır. Bu dalgalar bize ulaşırlar ve gözümüzün retina tabakasına çarptıklarında elektrik sinyaline dönüşürler. Elektrik sinyalleri, beyinde belirli bir güzergah dahilinde ilerleyerek beynin görme bölümüne ulaşırlar. Ve orada şaşırtıcı şekilde bir anlam kazanırlar: Gördüğümüz şeyin karşımızda olduğundan ve bir televizyon veya dev bir gökdelen olduğundan emin oluruz.

MADDENİN SIRRINI ÖĞRENENLER BÜYÜK BİR HEYECAN YAŞIYORLAR


Aşağıdaki mektuplar, daha önce başka kitaplarda yayınlanmış olan "Maddenin Ardındaki Sır" konusunu okuyan kişilerden gelmiştir. Söz konusu mektuplardan sadece bu gerçeği öğrendikten sonraki düşünceleri ile ilgili bölümler alınmıştır.
Maddenin hayal olması o kadar büyük bir olaydır ki bunu tarif etmek herhalde pek mümkün görünmüyor. Mesela: Bir insan ölüp dirilirse nasıl heyecan duyar tahmin edebilir misiniz? Veya bir insan hiç sebepsiz havada uçsa, duvardan geçse, aynı anda birkaç yerde olsa, tarifi mümkün olmayan bir heyecan duyar. Fakat bu konu bu harika haller ile kıyaslanacak gibi değil. Olağanüstü dense bu durumu yine vurgulamıyor. Yani çok ama çok çok acayip garip mi garip, fevkalade heyecan verici dense, gene bu hali anlatmaz. Bu, Allah'ın derin uçsuz bucaksız sanatının muhteşem bir tecellisi. Ama benim anlamadığım, bu kadar açık kolay anlaşılan bir olay, insanların idrakinden bunca sene nasıl saklandı? İnsanlık bunu nasıl fark edemedi? Yoksa fark edenler oldu da korkup, heyecanlanıp, kimseye söylemedi mi ? Çünkü ben bir kez okudum ve hemen anladım. Çünkü çok açık ortada herşey... K.H.G./Frankfurt

MADDENİN GERÇEĞİ KONUSUNA GELEN İTİRAZLARA CEVAPLAR


Maddenin gerçeği konusu, son derece açık, net ve anlaşılır olmasına rağmen, daha önceki konularda da değinildiği gibi, bazı insanlar birçok nedenle bu gerçeği kabul etmekten kaçınmakta ve anlamazlıktan gelmektedir.
Bu gerçeğin ulaştığı birçok insan "maddenin ardındaki sır"rı öğrenmekten dolayı yaşadığı olağanüstü heyecanı dile getirmiş, bu gerçeğin hayatını ve tüm düşüncelerini temelinden değiştirdiğini belirtmiştir. Birçok kişi ise, bu gerçeği daha iyi kavrayabilmek için daha detaylı sorular sorarak, konuyu daha derinlemesine anlamaya çalışmışlardır. Bu kişilerden bazılarının yorumlarını "Maddenin Sırrını Öğrenenler Büyük Bir Heyecan Yaşıyorlar" bölümünde görebilirsiniz.
Bazı çevreler ise, bu konuyu körü körüne reddetmekte ve kendilerince bazı mantıklar öne sürerek, bu olağanüstü gerçeği inkar edebilmenin yollarını aramaktadırlar. Oysa, bu konunun reddi bilimsel olarak mümkün değildir. Bu konuyu reddeden insanın, görüntünün veya seslerin, beyninin içinde oluşmadığını bilimsel olarak ispat etmesi gerekir. Ama gelen itirazların hiçbirinde, hiçbir bilim adamı, nöroloji profesörü, beyin uzmanı, psikolog, psikiyatrist veya biyoloji profesörü olsun, hiç kimse, tüm algılarımızın beynimizde oluştuğunu reddetmemektedir. Çünkü bu, bilimsel olarak kesinliği bilinen bir gerçektir.
Buna rağmen bazı kimseler, "görüntü beyninizde oluştuğuna göre..." diye başlayan bir cümlenin ardından gelecek olan apaçık gerçekten kaçabilmek için, bazı laf oyunları yapmakta, bu gerçeğin üzerini kelime oyunları veya ağdalı bilimsel bir üslupla kapatmaya çalışmaktadır. Bunun en açık örneklerinden biri, kendisine "görüntü beyinde mi oluşur" diye sorulan bazı bilim adamlarının verdikleri cevaplardır.
Bu bilim adamlarından biri söz konusu soruya şöyle bir cevap vermektedir: "Hayır, beyinde görüntü oluşmaz. Gelen uyarılar görsel bir deneyimin içeriğini oluşturan bir temsil oluştururlar".
Şimdi bu bilim adamının, gerçekleri göz ardı etmek için kullandığı yöntemi inceleyelim. Bu bilim adamı, "görüntü beyinde mi oluşur?" sorusuna, önce kesin bir "hayır" demektedir. Ardından ise, gelen uyarılar ile görüntüyü görmemizi sağlayan bir temsili görüntü oluştuğunu belirtmektedir. Sonuçta, sorulan soruya aslında "evet" demektedir. Beyinde oluşan görüntü elbette ki "temsili bir görüntü"dür. Yani beynin içinde hiçbir zaman masanın, güneşin veya gökyüzünün kendisi olmaz. Temsili veya başka bir deyişle kopyası olan bir görüntüsü olur. Biz de, "dünyayı görüyoruz" derken, bu "temsili dünyayı", "kopya dünyayı" veya "hayal olan dünyayı" görürüz. Bunların hepsi, aynı gerçeğin farklı şekillerde ifadesidir. Bu bilim adamının yaptığı, "beynimizde gördüğümüz dünya temsili bir dünya mıdır?" sorusuna "kesinlikle hayır, beynimizde gördüğümüz dünyanın kopyasıdır" gibi bir cevap vermektir. Yani sorulan soruyu önce kesinlikle reddedip, ardından da farklı bir anlatımla, biraz daha karışık cümlelerle aslında beynimizde gördüğümüzü onaylamaktadır. Bu, bazı bilim adamlarının, bu gerçeği kabul ettiklerinde, tek mutlak varlık olarak kabul ettikleri maddeyi kaybetmenin getirdiği korku ve endişe ile başvurdukları samimiyetsiz bir yöntemdir.
Bazıları ise, görüntünün beynimizde oluştuğunu inkar edememekte ama yine "evet tüm dünyayı beynimin içinde görüyorum" demekten kaçınmak için, "Beyin sadece gelen uyarıları işler ve sinirsel aktiviteleri ayarlar, böylece görüntüyü görür, sesi duyarsınız" diyerek dolambaçlı bir cevap vermektedirler. Zaten, asıl konu, beyin tüm işlemleri yaptıktan sonra görüntünün nerede oluştuğudur. Bu bilim adamının verdiği cevap, sorunun bir cevabı değil, görüntü oluşmadan önceki aşamanın kısa bir anlatımıdır. Beyin gelen uyarıları işler, ama sonra bu işlediklerini tekrar göze veya kulağa geri göndermez. Dolayısıyla gören göz, duyan da kulak değildir. Öyle ise, beyin gelen uyarıları işledikten sonra ne yapar? Bu işlenen bilgi nerede kalır, bu bilgi görüntüye veya sese nerede dönüşür? Bu bilgiyi görüntü olarak gören, ses olarak duyan kimdir? Bu bilim adamlarından istenen cevaplar bunlarken, onlar birçok dolambaçlı cevapla, gerçeği itiraf etmekten kaçınmaktadırlar. Aslında bu kadar açık bir gerçeğin tartışılması büyük bir mucizedir.
Ancak bu itiraz veya kaçış yöntemlerinin hepsi geçersiz ve zayıftır. Burada anlatılanları inkar edecek kişinin, tüm algılarımızın beynimizde oluştuğu gerçeğini reddedecek bilgilerle gelmedikçe, söyleyeceklerinin bir değeri olmayacaktır. Görüntünün ve tüm hislerimizin beynimizde oluştuğu gerçektir. Ancak bir insan açık gerçeği kavradığı halde bu görüntüleri oluşturanın -kendi aklınca ve cahilce bir inatla- Allah olduğunu inkar edebilir, "bu konuyu düşünmek keyfimi kaçırıyor" diyebilir, "maddenin aslını hiçbir zaman göremediğimi düşündükçe içim sıkılıyor", "hayatımın hiçbir anlamı kalmadı" diyebilir. Ama şunu hemen belirtmek gerekir ki, maddenin konusundaki bu önemli gerçeği öğrenmek asla keyif kaçırıcı bir durum değildir. Tam tersine Allah'ın üstün ve gücünü daha derin takdir etmeye, Allah'ın üstün yaratma sanatını daha iyi kavramaya, Allah'ı daha çok sevmeye, dolayısıyla gördüğü tüm görüntülerin de Allah'ın tecellileri olduğu bilinciyle daha çok sevmeye, hepsinden daha çok sevk almaya, güzel bir derinlik yaşamaya vesiledir. Kısaca, çok büyük ve kıymetli bir nimettir. Buna rağmen, hiçlik haline gelip, Allah'tan başka hiçbir varlık kalmıyor olması imanın derinliğini kavrayamamış bazı insanların ağırına gidiyor olabilir. Ancak bu insanlar asla, "gördüklerimi gözlerimle görüyorum" veya "gördüklerimin dışarıdaki maddenin aslıdır" diyemezler. Çünkü bunları kanıtlayacak hiçbir bilimsel delile veya gözleme sahip değildirler, olamazlar da. Zaten, en koyu materyalist dahi tüm görüntüyü beyninde gördüğünü kabul etmektedir.
Bu bölümde, genelde bu gerçeği kabul etmeye yanaşmayan kişilerden gelen itirazlara verilen cevaplara yer verilecektir. Aşağıdaki itirazları ve cevaplarını okuduğunuzda, samimi ve ön yargısız olarak düşünüldüğünde aslında bu soruların cevaplarının çok açık olduğunu siz de göreceksiniz.
İtiraz: "Yolda Otobüs Gördüğünüzde Ezilmemek Için Kaçarsınız. Demek Ki Otobüs Var. Eğer Beyninizde Görüyorsanız Neden Kaçıyorsunuz?"

Bazı insanlar, otobüse dokunduklarında, soğuk metal hissinin beyinlerinde oluştuğunu kabul ederler. Ancak otobüs çarptığında meydana gelecek olan acı hissinin de beyinde oluştuğunu kabul etmezler. Oysa, insan rüyasında da kendisine otobüs çarptığını görse aynı acıyı hissedecektir.
Cevap: Bu ve benzeri soruları soranların yanıldıkları ve anlayamadıkları nokta, "algı" kavramının sadece görme duyusu ile ilgili olduğunu sanmalarıdır. Oysa sadece görme değil, dokunma, çarpma, darbe, sertlik, acı, sıcaklık, soğukluk, ıslaklık gibi tüm hisler, aynı görme gibi insanın beyninde oluşan algılardır. Örneğin otobüse binmek için otobüsün kapısının soğuk metalini elinde hisseden bir insan, aslında bu "soğuk metal hissini" beyninde algılar. Bu çok açık ve bilinen bir gerçektir. Dokunma duyusu, daha önce de belirtildiği gibi, bir insanın -örneğin parmaklarından gelen sinir uyarılarının- beyninin belli bir noktasında oluşturduğu bir histir. Hisseden parmaklarımız değildir. İnsanlar bunu bilimsel olarak da açıklandığı için kabul etmektedirler. Ancak, konu otobüsün kapısını tutmak değil de, otobüsün insana çarpması olunca, yani bu dokunma hissi daha şiddetli ve acı verici olunca, bu gerçeğin geçerli olmadığını sanmaktadırlar. Oysa, acı veya darbe de beyinde hissedilir. Bir otobüsün çarptığı bir insan darbenin şiddetini ve tüm acıyı beyninde hisseder.
Bunu daha iyi anlamak için rüyaları düşünmek faydalı olacaktır. İnsan rüyasında da kendisine otobüs çarptığını, kazadan sonra gözünü hastanede açtığını, ameliyata alındığını, doktorların konuşmalarını, ailesinin telaş ile hastaneye gelişini, sakat kaldığını veya canının çok yandığını görebilir. Rüyasında yaşadığı tüm bu olayların görüntülerini, seslerini, sertlik hissini, acıyı, ışığı, hastanedeki renkleri, her türlü hissi çok berrak ve net olarak algılamaktadır. Ve bunların hepsi gerçek yaşamdakiler kadar doğal ve inandırıcıdır. O an, rüyanın içindeki biri ona rüya gördüğünü, gördüklerinin bir hayal olduğunu söylese ona inanmaz. Oysa, gördüklerinin hepsi bir hayaldir ve ne otobüsün, ne hastanenin, ne de rüyasında gördüğü bedeninin dış dünyada maddi karşılığı yoktur. Rüyasında gördüğü bedenin ve otobüsün maddi karşılıkları olmamasına rağmen, "gerçek bir bedene" "gerçek bir otobüs" çarpmış gibi hissedebilmektedir.
Öyle ise materyalistlerin "maddenin varlığını tokat yiyince anlarsın", "dizine bir tekme gelince, maddenin varlığından şüphen kalmaz", "köpek görünce kaçarsın ama", "otobüs çarpınca beyninde mi değil mi anlarsın", "madem algı o zaman otobana çıkıp arabalardan kaçmadan ortada dur" gibi itirazlarının hiçbir anlamı ve geçerliliği yoktur. Hızlı bir darbe, can acıtan köpeğin dişleri, şiddetli bir tokat, maddenin aslı ile muhatap olduğunuzun kanıtı değillerdir. Çünkü bahsedildiği gibi bunların aynısını rüyanızda da, maddi karşılıkları olmadığı halde yaşayabilirsiniz. Ayrıca, bir hissin şiddetli olması, o hissin beyinde oluştuğu gerçeğini de değiştirmemektedir. Bu, bilimsel olarak ispatı olan çok açık bir gerçektir.

SONSUZ ZAMAN ALLAH'IN HAFIZASINDA SAKLIDIR


Maddenin, aslıyla hiçbir zaman muhatap olmadığımızı ve gördüğümüz herşeyin beynimizde oluşan bir algılar bütünü olduğu gerçeğini tam olarak kavrayamayan bazı insanlar, bazı yanılgılara düşmekte, bu gerçekten yanlış sonuçlar çıkarmaktadırlar. Örneğin bir kısmı, maddenin hayal olduğuna dair izahları "madde yok" denmiş gibi algılamaktadır. Bir kısmı ise, maddenin ancak biz gördüğümüz zaman hayal olarak var olduğunu, ancak görmediğimizde yok olduğunu sanmaktadır. Bunların hiçbiri doğru değildir.

İnsanın yaşadığı hiçbir an kaybolmaz, Allah'ın hafızasında tüm canlılığı ile sonsuza kadar saklı kalır.
Öncelikle, "madde yok" veya "insanlar, ağaçlar, kuşlar... bunların hiçbiri yok" demek kesinlikle doğru değildir. Çünkü bunların hepsi vardır, ve hepsini Allah yaratmıştır. Ancak Allah tüm bu varlıkları kitabın başından beri anlattığımız gibi bizim için bir görüntü, algı olarak yaratmıştır. Yani Allah, bu varlıkları yarattıktan sonra onları, kendi başlarına var (kaim) olan sabit varlıklar kılmamıştır. Her birini her an yaratmaya devam etmektedir.
Biz görsek de görmesek de bu varlıklar Allah'ın hafızasında sonsuza kadar bulunmaktadırlar. Bizden öncekiler gibi bizden sonraki varlıkları da Allah tek bir an içinde zaten yaratmıştır. Zamanın bir algı olduğu konusunda anlatıldığı gibi, zamanı da Allah yaratmıştır ve Allah zamandan münezzehtir. Dolayısıyla bizim için gelecekte var olacak olan varlıklar da aslında Allah Katında "tek bir an" içinde yaratılmışlardır ve şu anda vardırlar. Ancak biz zamana bağımlı olduğumuz için onları henüz görmeyiz.

Resimde gördüğünüz kelebeğin daha yumurta olduğu anından koza haline, kozadan çıkıp uçmaya başladığı andan ölüp çöplere karıştığı haline kadar her hali, şu anda Allah katında canlı olarak mevcuttur. Kelebek, Allah'ın hafızasında şu anda kozadan çıkmakta, şu anda uçmaya başlamakta ve şu anda ölerek yere düşmektedir.
Gelecekte görebileceğimiz veya bizim için gelecekte var olacak varlıklar nasıl Allah'ın hafızasında her an mevcut iseler, geçmiştekiler de aynı şekilde, hiç kaybolmadan Allah'ın hafızasında mevcutturlar. Örneğin, sizin cenin olarak anne rahmindeki haliniz, okuma yazmaya başladığınız günkü haliniz, ilk karnenizi elinize aldığınız an, ilk araba kullandığınız an, bir gün otobüste yer verdiğiniz yaşlı hanımın yüzündeki gülümsemenin olduğu an gibi geçmişte yaşadığınız tüm anlarla birlikte gelecekte yaşayacağınız tüm anlar da şu anda Allah'ın hıfzındadır ve hiç kaybolmadan sonsuza kadar kalacaklardır.
Söz gelimi yolda yürürken ayağınıza takılan bir taş parçası, kaderde, siz daha doğmadan önce, ayağınıza takılacağı zaman belirlenmiş şekilde yaratılmıştır. O taşın daha büyük bir kayadan parçalandığı, bütün girinti ve çıkıntılarının oluştuğu her aşama Allah Katında, siz daha o taş ayağınıza takılmadan önce mevcuttur. Aynı şey bir çöp kutusu içinde gördüğünüz ölü bir kelebek veya başınıza ağaçtan düşen kuru bir yaprak için de geçerlidir. Kelebeğin, daha tırtıl halinden, kozadan çıkışına, kanatlarını kuruttuğu andan yerdeki çöpe karıştığı ana kadar hepsi, kaderde sonsuz evvelden bellidir. Allah Katında bu kelebeğin canlı halleri ve ölü hali hiç kaybolmadan durmaktadır ve sonsuza kadar durmaya devam edecektir.

ZAMAN, BİR ANI DİĞER AN İLE KIYASLADIĞIMIZDA ORTAYA ÇIKAN BİR KAVRAMDIR


Zaman, tamamen bizim algılarımıza ve algılarımız arasında yaptığımız kıyasa dayalı bir kavramdır. Örneğin, siz şu anda bu kitabı okuyorsunuz. Varsayalım ki, kitabı okumadan önce mutfakta yemek yiyordunuz. İşte mutfakta yemek yediğiniz "an" ile "şu an" arasında bir süre olduğunu düşünür ve buna "zaman" dersiniz. Gerçekte ise, mutfakta yemek yediğiniz "an" sizin hafızanızdaki bir bilgidir. Ve siz içinde bulunduğunuz "şu an" ile, hafızanızdaki bilgi arasında bir kıyas yapar ve bunu "zaman" olarak nitelendirirsiniz. Bu kıyası yapmadığınız takdirde zaman kavramı da kalmayacak, insan için sadece içinde bulunduğu an mevcut olacaktır.
Örneğin, bir insanın lise mezuniyet töreni hafızasındaki bir bilgidir. İnsan, o lise töreninden itibaren hafızasındaki diğer bilgileri de içinde yaşamakta olduğu an ile kıyaslayınca, zaman algısını elde eder ve hafızasındaki bilgiler doğrultusunda bu zamanın uzunluğunu veya kısalığını tayin eder. Oysa bu "uzunluk" ve "kısalık"da tamamen beyninde oluşan ve bu kıyastan kaynaklanan bir histir.

Zaman, bizim yaşadığımız olaylar arasında yaptığımız kıyasa dayalı bir kavramdır. Örneğin, bir kişi odaya girer. Sonra yerde duran kalemi görür ve eğilip onu alır. Bundan sonra bu kalemi masaya götürür ve oraya bırakır. Kişi, tüm bu eylemler arasında kıyas yapar. Her biri arasında bir süre geçtiğini düşünür ve böylece zaman algısını elde eder.
Aynı şekilde bir kişi, yere düşen kalemi eğilip alan ve masanın üzerine bırakan birini gördüğünde kıyas yapar. Gördüğü insan kalemi masaya bıraktığı anda, o kişinin kalemi eğilip alması ve masaya doğru yürümesi, seyreden kişinin beyninde yer alan bilgilerdir. Zaman algısı, kalemi masaya bırakan insan ile bu bilgiler arasında kıyas yapılarak ortaya çıkar.
Ünlü fizikçi Julian Barbour, zamanın tarifini şöyle yapmaktadır:
Zaman eşyaların pozisyonlarını değiştirme ölçüsünden başka birşey değil. Bir sarkaç sallanır, saatin kolları ilerler.41
Kısacası zaman, beyinde anı olarak saklanan birtakım bilgiler, daha doğrusu görüntüler arasında kıyas yapılmasıyla var olmaktadır. Eğer bir insanın hafızası olmasaydı, o insan sadece içinde bulunduğu anı yaşayacak, beyni bu tür yorumlar yapamayacak ve dolayısıyla zaman algısı da oluşmayacaktı.

MADDENİN GERÇEĞİ NEDEN ÖNEMLİ BİR KONUDUR?


İnsanların gördükleri, duydukları, dokundukları, kokladıkları ve mutlak varlık sandıkları herşeyin gerçekte birer algılar bütünü olması ve yaşamımız boyunca sadece kopya görüntülerle muhatap olmamız, tıpkı kainatın yoktan var olması, sonsuzluğun varlığı, öldükten sonra sonsuz bir hayat için yeniden diriltilecek olmamız gibi olağanüstü bir durumdur. Allah, kusursuz ve saymakla bitmeyecek kadar çok detaya sahip olan evreni, her an, eksiksiz olarak yaratmaktadır. Üstelik bu yaratış o kadar kusursuzdur ki, yeryüzünde bugüne kadar var olmuş pek çok insan bu evrenin ve gördükleri herşeyin bir hayal olduğunu anlayamamışlar, hep maddenin aslı ile muhatap olduklarını sanmışlardır.
21. yüzyılda, bilimsel bulguların maddenin aslına hiçbir zaman ulaşamayacağımızı kesin olarak kanıtlaması ile bu gerçek daha da ortaya çıkmıştır. Ancak, bazı insanlar hala bu durumu anlamazlıktan gelmektedir. Oysa bu, anlamazlıktan veya görmezlikten gelinecek, önemsenmeyecek veya reddedilecek bir bilgi değildir. Aksine, maddenin ne olduğunu bilmek gerçekçi olmanın önemli bir şartıdır. Bu nedenle, bu konu ile karşılaşan insanların, bu konunun önemini düşünmeleri ve kavramaları çok önemlidir. Maddenin gerçek mahiyetini okuyan bazı insanlar, bu konuya neden bu kadar çok önem verildiğini anlayamadıklarını belirtmektedirler. Hatta, bu konunun iman ile bir ilgisi olmadığını sanmakta, neden her imani konunun arkasından bu konunun anlatıldığını sormaktadırlar. Oysa, bu konunun önemi ortadadır. Materyalistleri ürküten, onların tüm fikirlerini yerle bir eden bu gerçeğin önemini, tüm Müslümanlar anlamalı ve insanlara da duyurmaya çalışmalıdırlar.
Maddenin gerçek mahiyetinin bilinmesi, insanların bazı imani konuları anlamaları açısından da büyük bir önem taşımaktadır ve diğer imani konular kadar önemle anlatılmalıdır. Herşeyden önce, maddenin gerçek yönünün anlaşılması ile, insanlar hem dünyaya olan hırs dolu bağlılıklarından arınmakta ve yalnızca ahirete yönelmekte, hem büyük bir yanılgıdan kurtulmakta, hem de bu yanılgıları nedeniyle bir türlü kavrayamadıkları bazı gerçekleri rahatlıkla kavrayabilmektedirler. Örneğin Allah'ın nerede olduğu, cennet ve cehennemin varlığı, ruhun mahiyeti, ölümden sonraki yaşam, sonsuzluk gibi konular, materyalist bir dünya görüşüne sahip veya bu görüşün telkini altında yetişmiş insanlar tarafından kavranamamaktadır. Ancak, maddenin bir hayal olarak algılanıyor olması, bu soruların cevaplarının doğal olarak verilmesini sağlamaktadır. Böylece insanlar Allah'ın tek mutlak varlık olduğunu açıkça görebilmektedirler.
Maddenin ne olduğunun anlaşılması ile, insanlar dünya hayatında bağlandıkları herşeyin, hırslarının, tutkularının, kendilerine Allah'ı ve ahireti unutturan herşeyin boş ve aldatıcı olduğunu kuvvetle hissetmektedirler. Bu ise, dünya hırslarından kurtulup, katıksız olarak, ihlasla Allah'a yönelmelerine ve şirkten kurtulmalarına vesile olmaktadır.
İnsanların kibir ve azametle her türlü insanlık ve ahlak dışı davranışa eğilim gösterdiği bir yüzyılda, insanlar kendilerinin ve gözlerinde büyüttükleri insanların birer gölge varlık olduklarını anladıklarında, kibir ve azametlerinin yerini tevazu ve yumuşak başlılık alacaktır.
Tüm bu gelişmeler ise, huzur ve güvenliğin olduğu, cimriliğin ve bencilliğin, acımasız rekabetin ortadan kalktığı toplumlar oluşmasına vesile olacaktır.
Maddenin aslına ulaşamıyor olmamızın yaygın olarak kabul edilmesiyle meydana gelecek en önemli gelişmelerden biri ise şüphesiz, materyalist felsefenin çöküşü olacaktır.
Şimdi, maddenin mutlak olmadığı gerçeğinin neden tarihin en önemli konularından biri olduğunu detaylarıyla görelim.

DÜNYA HAYATININ BEYNİMİZDEKİ KOPYASIYLA MUHATAP OLDUĞUMUZ, TEKNİK BİR GERÇEKTİR


Yaşadığımız dünyaya ait her türlü niteliği, her özelliği ve bildiğimiz herşeyi duyu organlarımız aracılığıyla öğreniriz. Duyu organlarımız aracılığı ile bize ulaşan bilgiler, bir dizi işlem sonucunda elektrik sinyallerine dönüşür ve bu sinyaller beynimizin ilgili noktalarında yorumlanır. Beynimizin bu yorumları sonucunda biz örneğin bir kitap görürüz, çileğin tadını alırız, ıhlamur ağaçlarını koklar, ipek bir kumaşın dokusunu bilir veya rüzgarda sallanan yaprakların hışırtısını duyabiliriz.
Aldığımız telkinle, hep bedenimizin dışındaki kumaşa dokunduğumuzu, bizden 30 cm uzaklıktaki kitabı okuduğumuzu, metrelerce uzaktaki ıhlamur ağaçlarının kokusunu aldığımızı ve çok yükseklerdeki yaprakların hışırtısını duyduğumuzu zannederiz. Oysa, bu saydıklarımızın hepsi bizim içimizde gerçekleşen olaylardır. Kitabın görüntüsünden yaprakların hışırtısına kadar herşey içimizde, beynimizde meydana gelir.
Bu noktada şaşırtıcı bir gerçekle daha karşılaşırız: Beynimizde, gerçekte ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beynimizde bulabileceğiniz tek şey elektrik sinyalleridir. Bu, felsefi bir görüş değildir; algılarımızın işleyişi ile ilgili bilimsel bir açıklamadır. ÖrneğinMapping The Mind (Zihnin Haritasını Çıkarmak) isimli kitabında bilim yazarı Rita Carter, dünyayı nasıl algıladığımızı şöyle açıklar:
Her bir duyu organı kendine uygun uyarıya cevap verecek şekilde yaratılmıştır. Bu uyarılar ise, moleküller, dalgalar veya titreşimler şeklindedir. Tüm bu çeşitliliklerine rağmen duyu organları temelde aynı görevi görürler: kendilerine özgü uyarıları elektrik sinyallerine dönüştürürler. Bir uyarı ise sadece bir uyarıdır. Kırmızı renk değildir, veya Beethoven'ın Beşinci Senfonisinin ilk notası değildir - sadece bir elektrik enerjisidir. Aslında, bir duyuyu diğerlerinden farklı hale getirmek yerine, duyu organları hepsini benzer hale, yani elektrik sinyallerine dönüştürürler.
Öyle ise, tüm duyulara ilişkin uyarılar, birbirinden tamamen farksız bir formda beyne elektrik akımları şeklinde girerler ve buradaki sinir hücrelerini uyarırlar. Tüm olan budur. Bu elektrik sinyallerini tekrar ışık dalgalarına veya moleküllere dönüştüren bir geri dönüşüm sistemi yoktur. Bir elektrik akımının görüntüye ve bir diğerinin kokuya dönüşmesi ise, bu elektrik akımının hangi sinir hücrelerini etkilediğine bağlıdır.1

Bütün hayatımızı beynimizin içinde yaşarız. Gördüğümüz insanlar, kokladığımız çiçekler, dinlediğimiz müzik, tattığımız meyveler, elimizde hissettiğimiz ıslaklık... Bunların hepsinin beynimizdeki halini biliriz. Gerçekte ise beynimizde, ne renkler, ne sesler, ne de görüntüler vardır. Beyinde bulunabilecek tek şey elektrik sinyalleridir. Kısacası biz, beynimizdeki elektrik sinyallerinin oluşturduğu bir dünyada yaşarız. Bu bir görüş veya varsayım değil, dünyayı nasıl algıladığımızla ilgili bilimsel bir açıklamadır.
Yukarıdaki açıklamalar çok önemli bir konuya dikkat çekmektedir: Bizim dünya hakkında algıladığımız tüm hisler, görüntüler, tadlar ve kokular, aslında aynı malzemeden, yani elektrik sinyallerinden meydana gelmektedirler. Elektrik sinyallerini bizim için anlamlı hale getiren, bu sinyalleri koku, tat, görüntü, ses veya dokunma olarak yorumlayan ise beyindir. Beyin gibi ıslak bir etten oluşan bir maddenin, hangi elektrik sinyalini koku, hangisini görüntü olarak yorumlayacağını bilmesi, aynı malzemeden birbirinden çok farklı duyular ve hisler meydana getirmesi ise büyük bir mucizedir.

Şimdi bu büyük mucizenin nasıl gerçekleştiğini, yani "dünyayı nasıl algılıyoruz?" sorusunun cevabını tüm algılarımız için tek tek inceleyelim.

COLORO CHE VENGONO A CONOSCENZA DELLA VERITÀ SENTONO GRANDE ENTUSIASMO


Le lettere che seguono sono state scritte da persone che hanno letto "La vera essenza della materia", in libri pubblicati precendentemente. Questi passi dalle lettere contengono solo i loro pensieri dopo che hanno conosciuto la verità.
Chiunque legga questo lavoro comprenderà che la materia non ha un vero significato, ed è in realtà un'illusione. Il fatto che la materia sia un'illusione è talmente grande che sembra quasi impossibile descriverlo. Per esempio: si può immaginare l'entusiasmo che si prova morendo e tornando alla vita? O l'entusiasmo ineffabile provato volando nell'aria, camminando attraverso un muro, o trovandosi in diversi posti contemporaneamente? Ma l'argomento non è nemmeno paragonabile a questi stati miracolosi. La parola straordinario è un eufemismo in confronto. Anche dire che è stranamente meraviglioso ed entusiasmante è insufficiente. È una manifestazione senza pari della maestria profonda e sublime di Dio. Ma ciò che non capisco è: com'è possibile che qualcosa così facile da cogliere sia stata nascosta alla comprensione umana per così tanti anni? Com'è possibile che l'umanità non sia riuscita a rendersene conto? O altrimenti, dov'erano coloro che, pur rendendosene conto, per timore scelsero di non parlarne a nessuno? L'ho letto una volta e ho subito capito. È tutto perfettamente ovvio. K.H.G. Francoforte

RISPOSTE ALLE OBIEZIONI SULLA REALTÀ DELLA MATERIA


Sebbene la questione della realtà della materia sia fin troppo chiara e facile da comprendere, alcuni tentano di rifiutare l'unica possibile conclusione, per una moltitudine di ragioni diverse, fingendo di non comprenderla.
Molti tra coloro che hanno compreso il problema hanno espresso il loro straordinario entusiasmo per essere venuti a conoscenza del "segreto dietro la materia", e per come questo ha cambiato la loro vita e il loro modo di pensare. Molti provano ad andare più a fondo nella questione, facendo domande per provare a comprenderla meglio. Si possono leggere alcune di tali affermazioni nel capitolo "Coloro che vengono a conoscenza della verità sentono grande entusiasmo."
Altri, però, negano testardamente questa verità straordinaria, e avanzano varie obiezioni personali nel tentativo di negarla. Chiunque la neghi deve dimostrare scientificamente che le immagini o i suoni non si costituiscono dentro il cervello. Ma nessuna delle obiezioni avanzate, da scienziati, professori di neurologia, esperti del cervello, psicologi, psichiatri o professori di biologia, in breve da chiunque, nega il fatto che le nostre percezioni prendono forma all'interno del cervello, dal momento che questo è un fatto dimostrato scientificamente.
Nonostante ciò, alcuni tentano di occultare il problema facendo giochi di parole o adottando un atteggiamento scientifico pretenzioso. Costoro provano a evitare la verità evidente, la quale deriva dall'assunto: "Dal momento che le immagini si costituiscono nel nostro cervello.". Uno degli esempi più chiari è la risposta data da quegli scienziati cui si chiede se le immagini si costituiscono nel cervello.
Uno di questi scienziati risponde: "No, le immagini non si costituiscono nel cervello. I segnali in entrata costituiscono la rappresentazione di un'esperienza visiva".

L'ETERNITÀ È CELATA NELLA MEMORIA DI DIO




Not one moment lived by a person is lost. Each one remains hidden forever in all its vitality in God's memory.
Alcuni di coloro che non comprendono fino in fondo che la materia è in realtà un complesso di percezioni che si costituiscono nel cervello, cadono in errore e traggono conclusioni errate. Per esempio, alcuni intendono le spiegazioni sull'illusorietà della materia come come se queste significassero che la materia non esiste. Altri credono che la materia esista come illusione solo quando la guardiamo, ma che non esista quando non la guardiamo. Nessuna di queste idee è corretta.
Primo, dire che la materia non esiste, o che le persone, gli alberi o gli uccelli non esistono è certamente sbagliato. Tutte queste cose esistono e sono state create da Dio. Ma, come abbiamo detto fin dall'inizio di questo libro, Dio ha creato tutte queste cose come immagini o percezioni. Ciò a dire che, dopo averle create, Egli non diede loro un'esistenza concreta e indipendente. Ognuna di esse continua a essere creata ogni momento.
Che noi le vediamo o meno, tutte queste cose sono eterne nella memoria di Dio. Tutte quelle che sono esistite prima di noi, e quelle che esisteranno dopo di noi, sono già state create da Dio in un unico singolo momento. Come è stato illustrato nel capitolo precedente, il tempo è un'illusione; Dio lo ha creato e non è legato a esso. Perciò, le cose che per noi esisteranno nel futuro sono state create in un solo momento agli occhi di Dio ed esistono attualmente. Ma non possiamo ancora vederle perchè siamo siamo legati al tempo.
Proprio come le cose che vedremo nel futuro (o che per noi esisteranno nel futuro) sono presenti in ogni momento nella memoria di Dio, così, nello stesso modo, le cose del passato non smettono di esistere, ma sono presenti nella memoria di Dio. Per esempio, il momento in cui eri un feto nel grembo di tua madre, il giorno in cui hai iniziato a leggere e scrivere, il momento in cui hai preso la prima pagella, la prima esperienza alla guida di un'automobile, quella volta che una vecchia signora ti ha sorriso quando le hai ceduto il tuo posto sull'autobus, e altre cose del genere di cui hai fatto esperienza nel passato, insieme a tutti i momenti di cui farai esperienza nel futuro, sono, in questo momento, nella memoria di Dio, e vi rimarranno per l'eternità.
OGNI MOMENTO DELLA NOSTRA VITA È CONSERVATO NELLA VISIONE DI DIO. NESSUNO È PERDUTO, OGNUNO RIMANE VIVIDO 

ANCHE IL TEMPO È UNA PERCEZIONE


A questo punto del libro è stato mostrato che la materia, creduta l'unica realtà assoluta esistente, non è invero nulla più di una percezione - un'immagine di cui ogni persona fa esperienza nel suo cervello. Ed è stato mostrato quanto questa verità sia stata importante nell'accrescere il timore e l'amore verso Dio, per la diffusione della spiritualità e della buona morale e per il crollo del materialismo.
C'è un altro concetto simile alla materia che i materialisti hanno giudicato eterno e assoluto - il tempo. Ma come la materia, anche il tempo è una percezione e non è eterno; c'è un momento in cui fu creato. Questo fatto, che ora è stato dimostrato con prove scientifiche, fu rivelato in diversi versetti del Corano.
Il tempo è un concetto formato dal confronto di un momento con un altro
Il tempo è un concetto che dipende completamente dalle nostre percezioni e dai confronti che facciamo tra di esse. Per esempio, in questo momento stai leggendo questo libro. Poni che, prima di leggere questo libro, tu stessi mangiando qualcosa in cucina. Tu credi che ci sia un intervallo tra il momento in cui mangiavi in cucina e questo momento, e lo chiami "tempo". Di fatto, il momento in cui mangiavi in cucina è un'informazione nella tua memoria, e confronti quel momento con essa e lo chiami tempo. Se non facessi questo confronto, il concetto di tempo scomparirebbe e l'unico momento che esiste per te sarebbe quello presente.
Crediamo che sia passato un lasso di tempo tra il momento in cui il telefono ha suonato e quello in cui udiamo la voce di un amico, e lo chiamiamo "tempo". Il tempo è una percezione che nasce dal confronto tra ciò di cui facciamo esperienza in un particolare momento e il passato.

PERCHÉ LA VERITÀ SULLA MATERIA È UN ARGOMENTO COSI IMPORTANTE?


Che la gente consideri come materia ciò che non ha esistenza assoluta, essendo in realtà costituito da nulla più che percezioni, è straordinario tanto quanto il fatto che l'universo sia stato creato dal nulla, che l'esistenza sia eterna, e che risorgeremo a vita eterna dopo la morte. Dio crea l'universo costantemente, in ogni dettaglio, in maniera finita e senza difetti. Inoltre, questa creazione è così perfetta che la maggioranza di coloro che hanno vissuto sulla terra non ha compreso che l'universo e tutto ciò che vedono è un'illusione, e che non ha alcun contatto con la realtà della materia.
Nel XXI secolo, questa verità è diventata più evidente dato che le scoperte scientifiche hanno provato senza ombra di dubbio che non vi può essere alcun contatto con la materia. Sebbene alcune persone rifiutino ancora di accettare questo fatto, non può essere ignorato, trascurato o scartato. Al contrario, conoscere la vera natura della materia è una condizione importante del realismo. Per questa ragione, è molto importante che coloro che prendono in esame la questione ne colgano la portata. Tra quanti hanno letto qualcosa circa la reale natura della materia, alcuni hanno affermato di non comprendere perché sia stata data tanta importanza alla questione. Dicono inoltre che ciò non ha relazione con la fede, e chiedono perché mai debba ritrovarsi in ogni discussione sulla fede. L'importanza di questo argomento è però ora evidente. La conoscenza della vera natura della materia spaventa i materialisti perché distrugge la loro visione del mondo, e comprendere questa verità e provare a farla conoscere alle persone è molto importante per i musulmani.
Questa conoscenza può aiutare a comprendere alcune questioni sulla fede e va spiegato che essa è importante quanto qualunque altro argomento dottrinale. Il risultato della spiegazione della vera natura della materia, è che le persone sono purificate dal loro attaccamento alle cose di questo mondo, dirigono i loro pensieri alla vita dopo la morte, sono salvate dal commettere un grave errore e possono facilmente cogliere alcune verità che quegli errori impedivano loro di comprendere. Se si ha una visione del mondo materialista, o se si è cresciuti sotto l'influenza di questo tipo di visione del mondo, non si possono comprendere in alcun modo certe domande, quali "Dove è Dio?", "Esistono paradiso e inferno?", "Qual è la natura dello spirito e dell'eternità?", "C'è vita dopo la morte?". Ma la percezione del fatto che la materia è un'illusione fornisce per sua stessa natura le risposte a queste domande, e permette alle persone di vedere chiaramente che Dio è l'unico Essere assoluto.

"Il mondo delle sensazioni" di cui facciamo esperienza nei sogni


Una persona può fare esperienza di ogni sensazione in modo vivido senza la presenza del mondo esterno. L'esempio più ovvio di questo fatto sono i sogni. Una persona è distesa sul letto con gli occhi chiusi, quando sogna. Eppure, nonostante ciò, sente tante cose di cui fa esperienza nella vita reale, e tale esperienza è tanto realistica che i sogni sono indistinguibili dalla reale esperienza della vita. Tutti coloro che leggono questo libro avranno spesso testimoniato questa verità nei loro sogni. Per esempio, una persona stesa, di notte, da sola su un letto in un'atmosfera tranquilla e silenziosa potrebbe, nel suo sogno, vedere se stessa in pericolo in un luogo molto affollato. Potrebbe fare esperienza dell'evento come se fosse reale, scappare dal pericolo in preda alla disperazione e nascondersi dietro un muro. Inoltre, le immagini oniriche possono essere così realistiche da indurre paura e panico come se fosse davvero in pericolo. Ogni volta che sente un rumore ha il cuore in gola, trema dalla paura, i palpiti del cuore aumentano, suda e mostra le altre affezioni cui è soggetto il corpo umano in una situazione di pericolo. Non c'è, però, nessun equivalente esterno degli eventi dei suoi sogni. Esistono solo nella sua mente.

Quando una persona sogna di essere in un giardino in una mattina invernale con un freddo pungente, può sentire il freddo e iniziare a tremare. Non c'è vento né freddo, però, nel luogo particolare dove si trova. Potrebbe persino dormire in una stanza molto calda. Nondimeno, sente il freddo in tutto il suo realismo. Non c'è differenza tra il freddo che sente nel mondo reale e il freddo che sente nel sogno.
Una persona che dorme in un comodo letto nella sua casa può sognare di trovarsi in mezzo a una guerra. E potrebbe anche sentire la paura, la tensione e il panico della battaglia come se questa avesse luogo nel mondo reale. Ma in quel momento sta dormendo da solo in un comodo letto. I rumori e le immagini realistiche che vede in sogno hanno luogo nella sua mente.
Una persona che, in sogno, cada da una grande altezza avverte queste esperienza con tutto il corpo, pur se distesa nel letto in completa immobilità. Oppure, si potrebbe sognare di scivolare in una pozzanghera, di infradiciarsi e di avere freddo a causa di un vento freddo. In tali casi, però, non c'è la pozzanghera né c'è il vento. Inoltre, nonostante si stia dormendo in una stanza molto calda, si può provare un senso di umidità e freddo, come se si fosse in stato di veglia.
Si può essere convinti di essere in relazione con l'originale del mondo materiale nei propri sogni. Si può mettere la mano sulla spalla del proprio amico quando questi dice "La materia è un'immagine; non è possibile entrare in relazione con il mondo originale", e poi chiedere: "Sono forse un'immagine ora? Non senti la mia mano sulla tua spalla? Se sì, come puoi essere un'immagine? Cosa ti fa credere questo? Facciamo una gita nel Bosforo; possiamo parlarne e così potrai spiegarmi che cosa ne pensi". Il sogno che si percepisce nel proprio sonno profondo è così chiaro che si accende il motore con piacere e si accelera lentamente, poi si fa quasi fare un balzo in avanti all'automobile spingendo all'improvviso sul pedale. Mentre si percorre la strada, gli alberi e le strisce sull'asfalto sembrano nitide a causa della velocità. A ciò si aggiunge che si respira l'aria pulita del Bosforo. Ma si supponga che il sonno venga interrotto repentinamente dalla sveglia, che suona proprio quando si è pronti a dire al proprio amico che ciò che viene vissuto in quel momento non è un sogno. Non si farebbero le stesse obiezioni indipendentemente dal fatto di essere in stato di sonno o di veglia?
Al risveglio, si comprende che ciò che si è visto fino a quel momento è un sogno. Ma per qualche motivo non si sospetta che la vita, la quale inizia con un'immagine "a occhi aperti" (ciò che si suole chiamare "la vita reale") può essere anch'essa un sogno. Il modo in cui percepiamo le immagini nella "vita reale", però, è esattamente lo stesso in cui percepiamo i nostri sogni. Vediamo entrambe la cose nella mente. Non è possibile comprendere che esse sono immagini se non al risveglio. Solo allora si dice: "Ciò che ho appena visto era un sogno". Così, come è possibile provare che quanto si vede in qualsiasi momento non sia che un sogno? L'ipotesi secondo la quale il momento che si sta vivendo è reale potrebbe derivare solo dal fatto che non ci si è ancora svegliati. È possibile scoprire questo fatto quando ci si sarà risvegliati da questo "sogno a occhi aperti", più lungo dei sogni che facciamo ogni giorno. Non abbiamo prove che dimostrino il contrario.
Una persona che dorme a casa sua può vedere, mentre sogna, se stesso su un carro che sta girando velocemente. Può sentire in maniera realistica il vento di cui farebbe esperienza su un carro che si muove rapidamente nel mondo reale.